Salgın Konulu Diziler




Survivors (1975)




1975 ve 1977 yılları arasında yayınlanan bu dizi en iyi salgın dizileri listesinde kendine yer buldu. 3 sezon ve 38 bölümden oluşan dizide; Lucy Fleming, Ian McCulloch ve Denis Lill gibi isimler yer alıyor. Bir grip virüsünün Çin’den hava yolculuğu ile hızla dünyaya yayılışının anlatıldığı dizinin 2008’de çekilmiş yeni bir versiyonu da bulunuyor.



The Stand (1994)




1994'de bir buçuk saatlik dörder bölümden oluşan bir mini dizi olarak çekilen The Stand, Stephen King'in kitabından uyarlanmış. Bir labarotuarda yapılan deneyde yaşanan terslikler sonucu, virüslerin hızla yayılarak bulaştığı her insanı mutlak ölüme götürmesi üzerine bir hikayeye sahip The Stand. Virüse bağışıklığı olan bir grup insan, aynı rüyaları görmeye başladığında işler daha da tuhaf bir hal alır. Rüyalarında gitmeleri gereken bir yer gören bu insanlar bir süre sonra, henüz haberleri olmadığı ortak bir amaç için aynı yerde buluşmaya başlarlar. Stephen King'in bizzat kendisinin de oynadığı bir yapım olarak da dikkat çeken The Stand, şu sıralar Ben Affleck tarafından yeniden uyarlanıyor.

The Stand (1994) Trailer






Survivors (2008)




Bir grip virüsü bütün dünyayı kasıp kavuruyor. İnsan nüfusunun %90’ı ölüyor, geriye kalanlar da yaşamak için koşturuyor. Böyle post apokaliptik bir hikaye kimin ilgisini çekmez BBC’nin aynı adlı 1975 yapımı dizisi Survivors’ın 2008 versiyonu yaratıcı olay örgüsü ve sağlam karakterleriyle izlemeye doyulmayacak bir dizi. Virüs elini çok çabuk tutuyor ve ilk bölümden sokaklar bomboş kalıyor. O kadar süpermarketin, AVM’nin olduğu şehirlerde 1 şişe su için birbirini öldürüyor insanlar. Aslında asıl hikaye bu kaynaklarımız ne kadar çok olsa da asla eşit dağıtamıyoruz. Daha insan popülasyonu tehlikeden kurtulamamışken, eline silahı alan iktidar kurmaya çalışıyor diğerinin üzerinde. Bu “acı gerçek” tadındaki yaklaşımıyla karamsar bir yanı var Survivors’ın. Ancak umut ışığı gösteren karakterler de yok değil.



Utopia (2013)



Utopia, sürükleyici bir aksiyon/gerilim hikâyesinin yanısıra ilginç bir biyoetik soru da sunuyor, böylelikle. Bu büyük komployu planlayıp yürüten kişileri, klasik hollywood’vari bir anlatı çerçevesi içinde “kötü” adamlar olarak mı düşünmeliyiz? Verilen durumu iyi-kötü, siyah-beyaz çerçevesinde mi değerledirmeliyiz? Keza, kahramanlardan biri, hatta The Network’ün en çok fiziksel hasarı verdiği baş karakter olan Wilson, komplonun içeriğini ögrendiğinde The Network’e hak verip onların tarafına geçmeye karar veriyor. Devlet(ler)in, ya da derin devlet(ler)in bedenlerimiz üzerinde söz hakkı olmalı mıdır? Böyle bir dünyayı bir distopya olarak görmek fazlasıyla mümkün. Öte yandan, devletlerin nüfus planlamaya dair insancıl girişimleri pek sonuç vermemekte. Fazla uzun değil, belki bizlerin ömrü içinde kaynak kıtlığı, hastalık ve savaşlarla karşılaşmamız olası. Böyle bir durumda birilerinin harekete geçip herkes için “en iyi” olacak bir planı gerçekleştirmesi “kötü” bir şey midir, sahiden? Özgür irade, gezegendeki insan nüfusunun geleceğinden önemli midir?



Between (2015)




21 yaş ve altındaki gençler hariç herkesin ölümene veya ölüme yaklaştıran gizemli bir virüsün ortaya çıktığı bir kasabada yasanan kaos’u ve virüsten etkilenmeyerek hayatta kalmayı başaranların tedavisi, kurtuluşları için yapılan virüsle mücadelerini anlatacak, bölge hükümetinin çözüm bulamadığı için desteğini çekip karantina altına aldığı kasaba sakinleri kendilerini korumak için çeşitli yollar denemek zorunda kalacaktır.



Containment (2016)




Atlanta’da ortaya çıkan gizemli bir virüs’ün terörist saldırısı olarak insanlara bulaştırıldığı düşünülmektedir. Virüsün yayılarak insanları öldürmeye başlaması ise şehirde büyük bir kaos yaşanmasına neden oldu. Yetkililer yaptıkları araştırmalara rağmen bir anti doz üretemeyince şehri karantinaya alarak virüsün yayılmasını önleme kararı alırlar. İçerde birilerinin kaos yaşanmaması adına dengeyi sağlaması gerekiyor ve birçoğunun karantina dışında sevdiği insanlar var aynı şekilde dışardaki birçok insanda karantinada bulunan sevdiklerini kurtarabilmek için her şeyi göze alacaklar gibi duruyor.



The Rain (2018)





'The Rain' dizisi tıpkı son dönemde popülerleşen birçok Netflix yapımı gibi farklı bir dünya düzenini ele alıyor. Kıyameti konu alan, distopik diziler her zaman kendisini merak ettirmiştir. 'The Rain' de onlardan biri.The Rain'deki İskandinav dokunuşu elbette baskın değil. Dünyaya hitap eden, evrensel bir iş demek daha doğru.olur.4 Mayıs'ta Netflix'te yayınlanan ve ilk sezonu 8 bölüm süren dizinin bölümleri ağırlıkla 40-50 dakikalık diyebiliriz. İzleyici bir an olsun sıkılmıyor. Tam "Acaba" derken yine kendine bağlamayı başarıyor. "Gerim gerim gerileceksiniz" iddiasından daha ziyade doğru nokta atışlarıyla gerilim veriyor. Ki bu çok önemli bir ayrıntı. Dizinin bir diğer artısı da karakterlerin oturması ve bir başka prodüksiyonla sıkıcı bile olabilecekken doğru adımlarla akıcı olabilmeyi başarması. Bunun en iyi örneklerinden biri dizinin ilk bölümünde karşımıza çıkıyor. Hikâye bir anda heyecan verici oluyor.Bir bilim kurgu dizisi olan The Rain dram da içermekte. Dizinin konusu İskandinavya bölgesini ele geçirmiş olan virüs salgınının olduğu ve bundan kurtulmak isteyen iki Danimarka uyruklu kardeşin hikayesi anlatılmaktadır. İki kardeş bu salgından 6 ay sonra istediği yaşamı benimsememeleri ve kendileri gibi düşünen her gencin aralarına katılıp yaşamlarını özgürce devam ettirmelerini konu almakta..The Rain dizindeki bu virüs yağmur damlaları ile bulaşmaktadır. İskandinavya nüfusunu kırıp geçiren bu virüs sonrasında 6 yıl geçmiş ve iki kardeş ile birlikte kurtulan diğer gençler güvenli bir yerde buluşurlar. ve bu gençler merak ettikleri pek çok sorunun yanıtını aramaya başlarlar...



To the Lake (2019)




Yana Vagner 'in aynı adlı romanında uyarlama Rus yapımı dünyanın sonu temalı, netflix dizisidir. Yarattığı hikaye konsept olarak içinde birçok türü barındırmaktadır. Akıcı senaryosu ve başarılı oyunculukları sayesindeyse izleyicisini hiç sıkmadan kendini izlettirmeyi başarıyor. Bir yol hikayesi. bir felaketten kurtulma çabası. mecburi gruplaşma. dramatik olaylar. trajik karakter geçmişleri hepsi çok iyi işlenmiş. Buna rağmen senaryoda çiğ kalan yerler de yok değil. örneğin dizi karakterler aşırı duygusal. tüm dünya yok oluyor, silahlı milisler peşlerinde, Ancak tüm bunlara rağmen bir kocayı paylaşamayan iki kadın sergey 'in arabasında kimin gideceğini sorun haline getirebiliyor. ara sıra sinirleri gerse de eden oldukça iyi bir salgın dizisi olduğunu söyleyebilirim.



Sløborn (2020)





Alman ZDF kanalında yayınlanan, Almanya-Danimarka-Polonya ortak yapımı olan bu dizide kıyamet habercisi gibi dünyayı teslim alan bir virüsün, Çin'de ortaya çıkıp Kuzey Denizi'ndeki bir adaya ulaşması ve ardından yaşananlar anlatılıyor. Başrolde virüs olsa da, dizide bir dramaya özgü bütün unsurlar da mevcut. İlginç olan bir ayrıntı, senaristler arasında 1976 yılında İstanbul’da doğan ve uzun zamandır Almanya’da yaşayan Erol Yeşilkaya’nın bulunması. Bir ara. kanal yöneticileri dizinin insanları olumsuz etkileyeceğinden çok korkmuş ve yayından kaldırmayı bile düşünmüşler ancak yine de devam etmişler Bence iyi de yapmışlar. Çünkü korkmak iyidir



Utopia (2020)

























25 Eylül 2020’de Amazon Prime Video tarafından yayınlanmaya başlayan Aksiyon, Gizem ve Dram türündeki dizidir. Gillian Flynn tarafından yaratılan dizi, Dennis Kelly‘ın aynı adlı eserinden uyarlandı. 2013 yılında İngiliz dizisi olarak yayınlanan yapımın Amerikan versiyonudur. İlk sezonu 8 bölümden oluşan yapımın bölüm süreleri 45- 55 dakika arasında değişiyor. Dizi Hollywood’dan tanınan ünlü isim John Cusack‘ı kadrosunda bulundurması ile oldukça dikkati çeken bir yapım. Dizinin kadrosunda John Cusack’ın yanı sıra Ashleigh LaThrop, Desmin Borges, Dan Byrd ve Christopher Denham gibi isimler yer alıyor. Dizi IMDb‘de 3 bine yakın kişi tarafından oylandı ve 6,8‘lik puana sahip oldu. Dizinin konusu, Birbiriyle alakasız bir grup insan, internetteki çizgi roman forumlarının birinde tanışır. Grup; Utopia adında, keşfedilmemiş bir çizgi roman taslağı bulur. Çok geçmeden fark ederler ki, bu çizgi roman, son yüzyılda yaşanmış felaketleri önceden bilmektedir. Olaylar giderek karışacak ve kahramanlarımız kendilerini adı The Network olarak bilinen bir organizasyonun hedefi olarak bulacaklardır. İnternette tanışan bir grup genç yetişkin, onları sadece karanlık bir derin devlet örgütünün hedefi olarak tespit etmekle kalmayan, aynı zamanda onları dünyayı kurtarma gibi tehlikeli bir görevle de yükleyen kült bir yeraltı çizgi romanını ele geçiriyor.